Çocuk Kreşe Ne Zaman Başlamalı?
Okul öncesi eğitimin önemi ve faydası, çocuğun gelişimi açısından tartışılamaz bir gerçektir. Kreş, sosyal ve toplumsal uyumun öğrenildiği ilk yerdir. Herkesle birlikte yemek yemenin, birlikte etkinlikler yapmanın, sosyal aktivitelere katılmanın, arkadaş edinmenin, birlikte oyun oynamanın, paylaşmanın öğrenildiği ve sosyal anlamda topluma dahil olunan ilk yerdir. Zihinsel gelişim, motor beceriler, kişilik gelişimi, ve dil gelişimine olumlu katkıları vardır.
Okul öncesi eğitimin faydaları olduğu halde, yapılan ya da yapılmak zorunda kalınan bazı yanlış uygulamalar tüm bu olumlu katkıları bir anda yok edebilir. En önemli faktör ise kreşe başlama yaşıdır.
Margaret Mahler (1975), Nesne İlişkileri Kuramında Gelişim Kuramı geliştirmiş ve bebeğin gelişimini 4 evreye ayırarak ele almıştır. Kuramda bahsedilen nesne “anne”dir. Bu evrelerin dördüncüsü Nesne sürekliliği (24-36 ay) dediğimiz dönemdir. Bu dönemde bireyselleşme belirgindir. Nesne ilişkileri süreklilik kazanır. Nesne sürekliliği kazanılmadan önce, bebek annesini etrafta göremediğinde “Anne yanımdaysa vardır, yanımda yoksa kaybetmişimdir” düşüncesiyle ağlar ve bir çeşit acı hisseder. Ancak bu evrede artık nesne sürekliliği gelişmiştir ve “Anneyi göremiyorum, buralarda değil ama geri gelecek” düşüncesi oluşur. O yüzden nesne sürekliliği kazanan bebeğin kreşe başlaması en uygun yaştır. 3 genelde idealdir, fakat çocuğa göre değişkenlik gösterebilir.
Kreşe başlama konusunda en az yaş kadar önemli diğer bir faktör ise kardeştir. Kardeş doğumundan sonra çocuğun kreşe verilmesi sıklıkla yapılan hatalardan biridir. Çocukta ‘dışlandığı, artık sevilmediği, evden atıldığı’ gibi olumsuz duygular ve düşünceler oluşturur. Dolayısıyla mutlaka kardeş doğumundan önce kreşe başlanmalıdır. Başlarda kreşte geçirilen zaman kısa tutulmalıdır. Geliş ve gidiş saatleri çocuğun anlayacağı şekilde ve dürüstçe çocuğa anlatılmalıdır. Kreşe gitme konusunda baskıcı ikna çabası ve ısrarlardan kaçınılmalı, kreşte oynanan oyunlar ve yapılan çalışmalar evde de yapılmalıdır.
Uzm.Kln.Psk.Gizem Bozalp Akgün
Çocuklarda Davranış Problemleri
Problem davranışların şiddeti ve bir araya gelme şekli her çocukta farklıdır. Problem davranışlar, öğrenmeyi, verilen eğitimi, aile içi ilişkileri, kazanılmış becerileri olumsuz yönde etkiler.
Vurma, ağlama, huysuzlanma, uygunsuz kelimeler kullanma, okula gitmek istememe, okulda uyum problemleri, istekleri konusunda diretme, yönerge kabul etmeme, söylenilenin tersini uygulama veya uygulamama, çocuklarda sıklıkla görülen problem davranışlardır.
Uzman yardımıyla uygulanan çeşitli davranış teknikleri ve aileye verilen danışmanlıkla kolaylıkla üstesinden gelinir..
Uzm.Kln.Psk.Gizem Bozalp Akgün
Ekonomik Sıkıntılar Depresyona Yol Açar mı?
Hipokrat’ın (İ.Ö 5. yy) ilk kez melankoli adıyla tanımladığı depresyon, çok eski zamanlardan beri bilinir; günümüzde ise derin üzüntülü bazen de bunaltılı, çökkünlük olarak bilinir. Depresyonun birçok belirleyicisinin olmasıyla birlikte, sosyo-ekonomik statü ile de ilişkili olduğu durumlar olabilir.
Dünya Sağlık Örgütünün bir yayınına göre, hayatları boyunca depresyondan zarar gören bireyler %10- 15 iken, sadece gelişmiş ülkelerde bu oran %3-7 olarak bulunmuştur (WHO, 2001).
2010 yılında Güney Afrika’da, ruh sağlığı ile sosyo-ekonomik statü arasındaki ilişki incelendiğinde, kadınlarda semptom artışı, çocuklarının aç olduklarını hissettiklerinde; erkeklerde semptom artışı ise kendilerini düşük sosyo-ekonomik statü olarak tanımladıklarında görülmüştür (Ardington & Case, 2010).
Amerika’da farklı yıllarda yapılan araştırmalarda ise, işsiz olan bireylerdeki depresyon belirtileri, iş sahibi olan bireylere nazaran 4 kat daha fazla bulunmuştur (Graetz ,1993; Hudson & collages, 2012).
İyi maaş, iyi iş, iyi eğitim düzeyi olan bireylerin mutlu olmaya eğilimleri daha fazla; depresyon ve diğer ruhsal hastalıklara yakalanma riskleri ise daha düşük bulunmuştur (Clark, Frijters, Shields, 2008).
Sonuç olarak yapılan bu araştırmaların gösterdiği üzere, teknolojinin gelişmesi, tüketimin artması, ihtiyaçların çeşitlenmesi ile bireyler ekonomik anlamda kaygılanabilirler. Bu durumun uzun süre devam etmesi ise, depresif semptomların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Ancak her zaman bilinmelidirki, herkeste aynı durum olacaktır gibi kesin bir kanıt yoktur. Dolayısıyla her ruhsal hastalıkta olduğu gibi depresyonda da, semptomlar belirli olabilir, ancak semptoma yol açan hikaye her zaman farklıdır, bireye göre değişkenlik gösterir.
Uzm.Kln.Psk.Gizem Bozalp Akgün